******çü Düşünce Topluluğu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK -Rektörümüzden-

2 posters

Aşağa gitmek

Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK  -Rektörümüzden- Empty Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK -Rektörümüzden-

Mesaj  Erdinç YAKASIZ Ptsi Şub. 04 2008, 15:08

(Aşağıdaki metin, www.habusulu.com’un 15 Eylül 2005 tarihli sayısında yayınlanmıştır. Burada yeniden yayınlanmaktadır.)


I. ******çülüğün ne demek olduğu konusunda aşağıda, tarafıma internet üzerinden gelen bir yazıyı takdim ediyorum.

”******çülük, kısaca ulusal bağımsızlık ve ulusal onur demektir. ******çülük, özetle, anti emperyalist bir kurtuluş savaşını başlatan ve sürdüren bir eylem ve öğretidir.

’Amacımız, ulusal sınırlarımız içinde toprak bütünlüğümüzü ve ulusal tam bağımsızlığımızı sağlamaktır. Buna engel olmak üzere karşımıza çıkacak kuvvet, kim ve ne olursa olsun, hiç duraksamadan çarpışırız ve başarı kazanırız. Bu konuda karar ve inancımız kesindir.’

******çülüğü, ‘tam bağımsızlık’ inancından ayırmanın ve çok yönlü uluslararası ipotekleri ‘******çülük’ adına savunmanın hiç olanağı yoktur. Kurtuluş Savaşı'nın başlarında, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bütün programlarının dayanağı, şu iki temeldir: Tam bağımsızlık, kayıtsız koşulsuz ulusal egemenlik!..

’Tam bağımsızlık demek, elbette, siyaset, maliye, iktisat, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, ulusun ve ülkenin gerçek anlamı ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir. Biz, bunu sağlamadan ve elde etmeden, başarıya ve esenliğe erişeceğimiz kanısında
değiliz...’

İşte ****** budur, işte "******çülük" budur...


Kurtuluş Savaşı, kökeninde ‘anti emperyalist’ ve ‘anti kapitalist’ düşüncelerin kutsal harcını taşır: ‘Biz, bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı emin bulundurmak için, genel kurulumuzca, ulusal kurulumuzca, bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı kavga vermeyi uygun gören bir yolu izleyen insanlarız.’

Bu sözleri söyleyen ve her adımında ulusal bağımsızlığı, devrimci ve ilerici bir dünya görüşü ile
sağlayıp pekiştiren ******'ü, bugün içine itildiğimiz ekonomik tutsaklığın temeli ve adı gibi görmek, ******'e ve ******çülüğe karşı yapılabilecek en ağır ve de en sinsi saldırıdır.

******çülük, bağımsızlık demektir; ******çülük, ulusal onur demektir; ******çülük devrimcilik demektir. Kurtuluş Savaşımızın ve ulusal devrimlerimizin önderi Mustafa Kemal, bugünkü emperyalist ilişkileri daha o günden görmekteydi:

‘Karşılıklı güvenlik ve esenlik, bütün dünya uluslarının üzerinde titremesi gereken bir mutluluk
ilkesidir. Ancak, bu ilke, bütün uluslar için gerçekleşmedikçe, genel bir barışma sağlamaktan çok,
sömürülmek istenen birtakım uluslara karşı, bir takım güçlü ulusların yeni davranış ve ayrıcalıklar kazanmasını sağlamak niteliğinde görülse yeridir. Hele uluslararası silah alışverişinin, birtakım ulusların denetimi altında tutulmasını sağlayacak önlemlerin alınması bu kuşkuyu artırmaktadır...

Unutturulan, unutturulmak istenen ****** ve ******çülük, budur! Televizyon ekranlarında Türk halkına tanıtılmayan, anımsatılmayan sözler de işte bu sözlerdir:

‘Biz, Batı emperyalistlerine karşı, yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda, Batı emperyalistlerin güçleri ve bilinen her aracı ile, Türk ulusunu emperyalizme araç yapmak istemelerine engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa hizmet ettiğimiz kanısındayız...’


’Ezilen uluslar, bir gün ezen ulusları yok edeceklerdir’ diyen Gazi Mustafa Kemal ******'ü, yeniden ezilen ulusların, Asya ve Afrika halklarının bayrağı yapmak, biz ******çülerin, biz devrimcilerin namus borçlarıdır.

’Bütün dünya bilsin ki, benim için tek yanlılık vardır. Cumhuriyet yanlılığı, düşünsel ve sosyal
devrim yanlılığı...’

******'ün bütün dünyaya duyurduğu bu ilerici ve devrimci düşünceleri, ne yazık ki, ülkeyi ******'ten sonra yöneten, yönettiğini sanan politikacılar eliyle hançerlendi ve ******, gerçek nitelikleri ile değil, beylik anma törenlerinin donmuş kalıpları olarak tanıtılmak ve benzetilmek istendi.

******'ü hiç olmazsa bu yıl, gerçek nitelikleri ile tanıtabilirsek, geçmiş dönemlerin ihanetleri bir
ölçüde unutulmuş olur. Kurtuluş Savaşı'nın yüce önderini "****** Yılı"nda inançla selamlıyoruz:

Hoş gelişler ola Mustafa Kemal Paşa...

(Kaynak: Uğur Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi, 6 Ocak 1981)”

Nereden nereye… Rahmetli Uğur Mumcu’nun bundan 24 yıl önce söylediklerini, bugün uluslar arası politikanın içinde bulunduğu koşullarda, yeniden ele alıp savunuyorum... Yazıyı okuyunca ister istemez, nereden nereye dedim. Aradan geçen 24 yıl, kayıp yıllar… Mumcu da, 1981’de, aradan geçen yılları, kayıp yıllar olarak nitelenmişti… Kayıpların yükü/ağırlığı artıyor… Uluslar arası politikanın bugün içinde bulunduğu koşullarda, Türkiye’nin, ****** üzerinden, O’nun kurumsallaşmış fikir ve düşünceleri üzerinden, günümüzün mazlum milletleri nezdinde mesafe alması mümkündür. Bari bundan sonra kayıp yıllarımız olmasın….

II. ******’ün ve ******çülüğün Türk toplumuna nasıl tanıtıldığına ve unutturulduğuna ilişkin bir yazıyı da aşağıda ayrıca sunuyorum.

“…****** ve ******çülük, birbirinden çok farklı iki sözcük. Birisi büyük insanın, kurtuluş savaşını kazanan bir insanın, büyük bir devlet adamının adı. Diğeri ise, bu büyük insanın fikirleri, ilkeleridir.
Türk toplumunun çoğunluğu, bu birinci sözcüğü, yani ******`ü tanıyor. Ama nasıl? Toplum, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, sarı saçlı, mavi gözlü bir büyük lider olarak algılıyor.
Toplumun çoğu ******`ü tanıyor derken de, bilinçli bir şekilde tanıdığını zannetmiyorum. 1938`den beri okullarda, zamanımıza kadar, çocuklara Mustafa Kemal ******`ü tek bir yönü ile tanıtıp değerlendirdiler, ******çülüğe değinilmeden. Devleti yönetilenlerce ******çülük, milli bayramları kutlamak, şiirler okumak, saygı duruşunda bulunmak ve tabi ki kentlerin sokaklarını heykellerle süslemek! Bunun böyle olduğunu hepimiz okullarda yaşamadık mı? Hep birlikte ellerimizde birer küçük bayrak, 23 Nisan şarkılarını, ezberlediğimiz şiirileri söylemedik mi? 19 Mayıs`larda sahalarda koşmadık mı? 10 Kasım geldiğinde hepimizin yüreği burkulmadı mı? Yalnız bunlarla kalınsa iyi de, resmi dairelerin, evlerin duvarları O`nun resimleriyle donatıldı Bizler, Türkiye de okuyanlar, en azından ****** ve az da olsa ******çülükten bir şeyler kaptık.
Ya göç nedeniyle Avrupa`da yaşamak zorunda kalan genç kuşaklar ne desin ki? Bu genç kuşaklara ******çülük yerine klasik ****** öğretilmeye çalışıldı. Burada klasik ******`ten amacım, dört ulusal bayram kutlamaları, şiirler. Hepsi o kadar. Sorma fırsatı bulduğum gençlerden hep aynı cevabı aldım: ’Türkçe dersinde bize fazla bir şey anlatmadılar ki!’ Ne kadar acıdır ki, çoğu, ******`ün, ne doğum, ne de ölüm yılını ve ne de doğduğu yeri biliyorlar. Ne kadar hüzün verici değil mi? Zaten 1938’den beri, ’******, ******’ diye diye bu hale gelmedik mi?
Mustafa Kemal ******, sanki bunun böyle olacağını biliyormuş gibi şu sözleri söylemişti: ’Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kafi.’ Demek ki Mustafa Kemal, ’Ben aranızdan ayrıldıktan sonra, şiir yazın, heykellerimi her tarafa dikin’ demek istememiş. O halde ******’ü sevmek başka, ******`ü anlamak başka. İkisi de apayrı bir konu. 1938`den sonra iktidara gelenler birinci olanağı seçmiş olmalılar ki, Türk toplumunda sadece ****** sevgisi kalmış oldu. (Fakat) sadece ******`ü sevmek, doğduğu yeri, annesinin, babasını adını bilmek, savaşı nasıl kazandığını bilmek, O’nu anlamaya kafi gelmemektedir. Gelmediği gibi, bin bir güçlükle kurmuş olduğu Cumhuriyetini korumakta da güçlük çekilmektedir. Yıllarca okullarda ******çü düşünce yerine, klasik olmuş ******`ün hayatı ve 1919`dan başlayarak yaptığı işler genç kuşaklara anlatılmıştır. Bunları yukarıda izah ettik. Bu anlatılanların yanı sırada altı oku teşkil eden Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Ulusalcılık, Laiklik, Devletçilik ve Devrimcilik ilkeleri sıralanmıştır. Fakat hiçbir zaman bu ilkelerin derinlerine inilmemiştir. Daha doğrusu işlerine gelmemiştir. Ne kaldı Cumhuriyetçilik’ten? Bayramlar ve şiirler! Halkçılık, Ulusçuluk ve Devletçilik’ten geriye sadece sözler kaldı. Hele hele Laiklik’ten, ortada kavram karmaşalığından başka bir şey kalmadı. Başa geçenler kendilerine göre laikliği yorumladılar. Hem “laik bir milletiz” dediler, hem sakal uzatıp sarık ve türban takarak Kur`an kurslarına hız verdiler. Kapanan tekke ve tarikatları hiç konu etmeyelim, onlar başlı başına bir konu!.. Neticede ******çülük unutuldu. Düşünür ****** bir kenara itildi. Onun yerini şekilci ******çülük aldı. Bununla da kalınmadı düşünür toplum yerine, şekilci toplum yaratıldı. Düşünür ******`ten, salonları süsleyen ****** yaratıldı. Bu başlatılan yozlaşma 1950`den sonra tam hız alarak zamanımıza kadar geldi ve devam edeceğine de benziyor!
Görüyoruz ki, Mustafa Kemal ******’ü sadece sevmek, resimlerinden tanımak yetmemektedir. Artık zaman gelmiştir ve hatta belki de geçmek üzeredir. Aydınların, eğitmenlerin, öğretmenlerin hele hele ******çüyüm, ******çü Düşünce`ye bağlıyım diyenlerin başlıca görevi, yıllarca avutulmuş, uyutulmuş topluma, gerçek ******`ü, insan ******`ü, ilkelerini anlatmak olmalıdır.“
(Kaynak: Dr. Yüksel Cavlak,“****** ve ******çülük Topluma Nasıl Tanıtıldı veya Unutturuldu” ADK Başkanı)
III. Rahmetli Ahmet Taner Kışlalı, niçin ******çü olduğunu ve niçin ******’ün hedef alındığı konularında şunları söylüyor:

“******çülük, Türk Milleti için bir öze dönüş hareketidir. ******çü düşünce, sadece ****** dönemi Türkiye’sinin zorluklarını çözmek ve bütün esir ve mazlum milletlere örnek olmakla kalmayan; akla, bilime ve fene dayalı bir dünya görüşü olarak, gelecek yüzyıllara ışık tutacak bir sistemdir…

Bizim niçin ******çü olduğumuz belli.
Türkiye’de bir din devleti, ya da etnik farklılıklara dayalı bir devlet kurmak peşinde olanların, neden ******çülüğe karşı oldukları da belli. İnanca dayalı olduğu ölçüde, her iki tutuma da saygı duymak gerekir... Ama ‘gerdan’dan yukarıya çıkamayan ‘yeni mandacılar’a saygı duyabilmek çok zor!..”




Prof. Dr. Osman Metin Öztürk
Erdinç YAKASIZ
Erdinç YAKASIZ
ADT Yönetim Kurulu
ADT Yönetim Kurulu

Mesaj Sayısı : 77
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 17/10/07

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK  -Rektörümüzden- Empty Geri: Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK -Rektörümüzden-

Mesaj  GiresUniADT Çarş. Şub. 06 2008, 18:18

ORTA DOĞU’DA OYUNUN YENİ ADI: SÜNNİ CEPHE

Prof. Dr. Osman Metin ÖZTÜRK



I. Orta Doğu, tarih içerisinde hep içerdiği ve neden olduğu sorunlarla anılmış bir bölgedir. İsrail’in kurulması, bölgenin daha sorunlu hale gelmesine yol açmıştır. 1970’li yıllardan itibaren Orta Doğu petrolünün, bölge ülkeleri tarafından, petrol ihtiyacını bu bölgeden karşılayan ülkelere karşı bir silah olarak kullanılmak istenmesi, bölgenin sorunlu yapısını daha çok öne çıkarmıştır.

Petrolün bir silah olarak kullanılmasını önlemek, bölge petrolüne bağımlı olan ülkeleri petrol üzerinden kontrol etmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamak amaçlarıyla ABD’nin Orta Doğu’ya yerleşmesi, sorunları daha çok artırmıştır. Sözde bölgedeki sorunları çözmek için bölgeye yerleşen ABD, sorunları çözmek bir yana, sorunun en büyük parçası haline gelmiştir.

Bölgedeki sorunlar, bir taraftan ABD’nin bölgedeki varlığına meşruiyet kazandırmış, diğer taraftan da bölge ülkelerinin ABD’nin bölgedeki varlığını sorgulanmasını önlemiştir.

Bu tablo, 1991’de Sovyetlerin dağılmasına kadar sürmüştür. Sovyetlerin dağılması, ABD’nin kendisini tek süper güç olarak görmesine ve dünyanın tamamıyla kendisinin kontrolü altına girdiğini düşünmesine bağlı olarak, Orta Doğu’da kalıcı barışı sağlamaya yönelik ABD patentli bir barış sürecine yol açmıştır. 1991’de Madrid Konferansı ile başlayan ve 1993’te Oslo’da bazı anlaşmaların imzalanması ile belgeye dönüşen bu süreç, 1999 yılı Mayıs ayında bağımsız ve müstakil bir Filistin Devletinin ortaya çıkmasını öngörmesine rağmen, o tarihten bu güne kadar Filistin Devleti ortaya çıkmamıştır. 1993’ten itibaren izleyen birkaç yıl içinde İsrail tarafından Filistin tarafına verilenler, geçen süre içinde geri alınmış ve bugün, 1993’ün gerisine dönülmüştür. Geri dönüşle kalınmamış, Filistin halkını İsrail’den ayıran, insanlık ayıbı “duvar” duvar örülmüş, İsrail Filistinlilere vermeyi taahhüt ettiği yerlerde yeni yerleşim yerleri açılmıştır.

ABD, bugüne kadar, 1991’de verdiği ve 1993’de anlaşmaya (Gazze-Eriha Anlaşması’na) konu olmuş bağımsız ve müstakil Filistin Devleti sözünün arkasında durmamış, duramamıştır.

ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın bugünlerde yaptığı, bağımsız bir Filistin Devletinin kurulmasının zamanı gelmiştir yolundaki açıklamalara ve içinde bulunduğumuz Kasım ayının sonuna doğru ABD’de Maryland/Annapolis’te yapılması beklenen Orta Doğu Konferansına bakarken, son 15 yılda yaşanan yukarıdaki gelişmeleri hatırlamak ve arkasında nelerin olabileceği üzerinde durmak gerekir.

II. Eş zamanlı gelişmeler, Rice’ın açıklamalarının ve Annapolis Konferansının, İran’a yönelik bir Sünni cephe oluşturulmasını ve bu suretle ABD’nin Orta Doğu’ya ilişkin politikasında hedeflerine ulaşmasını sağlama amacına yönelik olduğuna işaret etmektedir. Eş zamanlı gelişmeleri dikkate alan değerlendirilmeden bu sonuca ulaşılmaktadır.

Kendisini tek süper güç olarak gördüğü ve her istediğini yapabilecek bir konumda olduğu kabul edilen 1990’lı yılların ilk yarısında bağımsız ve müstakil bir Filistin Devletini kuramamış ABD’nin, bugün Irak’ta bir bataklığa saplanmış iken bu işi başarabileceğini düşünmek ve Rice’ın açıklamaları ile yapılacak konferansı bu bağlamda görmek gerçekçi gelmemektedir. Bu nedenle, bağımsız Filistin Devleti söyleminin ve Annapolis Konferansının arkasındaki gerçek amacı sorgulamak icap eder.

Orta Doğu’daki mevcut tabloyu görmek çok önemlidir. ABD, 2003 yılında Irak’ı işgal etmiş, Irak’ta iken İran’ı karşısına almış, Irak’ta Tahran’ın etkisine açık ciddi bir Şii güç belirmiş ve ABD’ye yönelik direniş hareketi giderek güçlenmiş, Irak bir parçalanma süreci içine girmiştir. Yine ABD, Büyük Orta Doğu Projesi (adı sonradan Kuzey Afrika ve Genişletilmiş Orta Doğu Projesi olmuştur) ile “ılımlı İslamı” bu projeye konu coğrafyada egemen kılmaya yönelmiştir. Proje kapsamında, bir taraftan söz konusu coğrafyada terörizmle mücadele edeceğini açıklamış, diğer taraftan da bu coğrafyayı özgürleştireceğini açıklamıştır.

Irak’ın kuzeyindeki Kürt siyasal oluşumunun ABD desteğinde Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e açılması konuşulurken, tam tersine ABD’nin gerilemesine bağlı olarak İran’dan başlayıp Irak ve Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’e açılan bir Şii kuşak endişesi de belirmiştir.

Genelde Orta Doğu’daki, özelde de Irak’taki varlığının maliyeti, ABD için her geçen gün artmaya başlamıştır. ABD’nin asker kayıpları ve harcamaları Amerikan kamuoyunun artan tepkisine neden olmuş; içeride ve dışarıda, imajı ve itibarı bir aşınma süreci içine girmiştir.

İran’ın doğusunda Afganistan’da, ABD’nin hedef aldığı Taliban yeniden güçlenmeye başlamıştır. Şii İran ile Sünni Taliban, 1990’lı yılların sonuna doğru karşı karşıya gelmiş olmalarına rağmen, bunların ABD karşıtlığında bir araya gelmesi ihtimali giderek daha çok konuşulmaya başlanmıştır.

Türkiye’de, ABD karşıtlığı çok üst seviyeye çıkmış; siyasal iktidarın ABD ile olan yakın ilişkilerinin toplumsal alt yapısı dağılmış ve hızla erimiştir.

III. Eğer ABD İran’a saldıracaksa, bunun için en uygun zaman kış aylarıdır. Öncelikle bunu ifade etmek gerekir. Çünkü kış ayları, yaşamın her alanının petrole bağımlı olması nedeniyle, petrole en çok ihtiyaç duyulan aylardır. Petrol, İran’ın en zayıf yanıdır. Kış aylarında petrol üretim ve işleme alanlarının bombalanması, petrol üretiminde ortaya çıkacak daralma ve petrol dış satımının engellenmesi, İran’ın ekonomisini, güvenliğini ve günlük yaşamını felç edecektir.

Sünni cephe oluşturma girişimi ve eş zamanlı diğer gelişmeler, ABD’nin bu tür bir saldırının hazırlığı içinde olduğu anlamına alınabilir.

IV. Bugünlerde gündeme gelen Tahran merkezli Şii yayılmacılığı söylemleri, ABD’nin bölgeye ilişkin politikasının ve muhtemel senaryosunun bir parçası gibi gözükmektedir. Eğer İran merkezli Şii yayılmacılığı ciddi bir endişe ve tehlike kaynağı olarak kamuoyuna takdim edilebilinirse, bu endişe ve tehlike karşısında Sünnilerin hareket geçirilmesi ve bir Sünni cephe oluşturulması pekala mümkündür.

Sünnilerin Şii yayılmacılığına karşı harekete geçirilmesi, İran karşısında ABD’ye verilmiş ekonomik, politik ve askeri destek anlamına gelecektir. Şii yayılmacılığı karşısında bir cephe oluşturacak Sünniler, İran karşısında ABD’nin üstlendiği yükü ve maliyeti paylaşmış olacaklardır.

Ancak Sünni cephe yaratma girişimleri, sadece ABD’nin İran karşısındaki konumu ile ilgili olmayacak, aynı zamanda İslam ülkelerini birbirine kırdıracağı için, Huntington’un “Medeniyetler Çatışması” tezinde geçen İslam-Batı çatışmasında, İslam’ın Batıya üstün gelme ihtimalini sıfırlayacaktır. Bu arada, Sünni Cephe yaratma girişimlerinin, Müslümanların kutsal mekanlarının Suudilerin kontrolünden çıkarılması yönündeki eğilimler ve Güneydoğu Asya’dan gelip Suudi Arabistan’ı hedef alabilecek muhtemel ve farklı bir Müslüman dalgası açısından da görülmesi gerekir. Sünni bir cephenin kurulması, hele bu cephenin liderliğinin ve finansörlüğünün yapılması, Suudi Arabistan’ı bütün bu gelişmeler ve ihtimaller karşısında güçlü kılacaktır.

Bunlar bir kenarda tutulup Şii yayılmacılığı karşısında Suudi Arabistan merkezli olarak oluşturulmaya çalışılan Sünni cephe kurma girişimine dönülecek olursa, görülmesi gereken hususlardan belki de en önemlisi artan petrol fiyatlarıdır. Petrol fiyatlarının artması, her ne kadar Irak petrollerinin üzerine oturmuş ABD’ye ilave imkan sağlasa da, bu, her gün artan masraflar nedeniyle Irak’taki ABD varlığının maliyetini karşılamaya yetmemekte ve İran’a yönelik muhtemel operasyonun eyleme dökülmesine imkan vermemektedir. Eğer dünyanın en büyük petrol üreticilerinden olan ve Irak’ın içine düştüğü durumdan sonra kendisini Arap ve Sünni İslam dünyalarının tek temsilcisi olarak gören Sünni Suudi Arabistan kışkırtılabilir ve tahrik edilebilirse, ABD, hem Irak’taki masraflarına, hem de İran’ı karşısına alma masraflarına iyi bir ortak bulmuş olacaktır.

Petrol fiyatlarının artması ile Arap ve İslam dünyalarının liderliği sözü, Suudi Arabistan’ı Sünni cepheyi oluşturmaya ve finanse etmeye itecek, aynı zamanda çekici etkenlerdir.

Petrol fiyatlarının hızla yükselmesi ve ham petrolün varil fiyatının 100 dolar seviyesine gelmesi, Suudi Arabistan’ın açıktan kazanç elde etmesine ve ABD’nin senaryosundaki role soyunmasına hizmet edecektir. Artan petrol fiyatlarından elde ettiği ekstra kazancı kullanarak bir Sünni cephe oluşturması, olağan bütçesine dokunmayacağı, Arap ve İslam dünyalarındaki konumunu pekiştirip Riyad’ı bu dünyalarda öne çıkaracağı için Suudi Arabistan’ın işine gelir. Suudi Arabistan, bir anlamda “havadan gelen” paranın verdiği rahatlıkla bu işe soyunacaktır ve soyunmuş gözükmektedir.

Sünni Suudi Arabistan Karlı Abdullah’ın Türkiye de dahil yaptığı son ziyaretlerin, bu bağlamda olduğu düşünülmektedir.

Türkiye ve Suudi Arabistan, birlikte Sünni cephe oluşturma işine soyundurulmuş gibidirler. Suudi Kralın Türkiye’den sonra Mısır’a gitmesi; Türkiye’nin de, kısa süre önce halkının çoğu Sünni olan Suriye Devlet Başkanını Ankara’da ağırlaması ve bugünlerde de İsrail ve Filistin tarafına ev sahipliği yapması, bu anlam yüklenebilecek gelişmelerdir.

Bölgede İsrail’e yönelik tehdit, sadece Şii İran’dan gelmemektedir. Sünni ülkeler de en az İran kadar İsrail karşıtıdırlar. İsrail ile Sünni Filistin arasındaki anlaşmazlık ise bilinen bir husustur. Bu durum nedeniyle, İsrail Cumhurbaşkanı Peres ile Filistin Devlet Başkanı Abbas’ın eş zamanlı olarak Türkiye’de bir araya gelmesinin, Sünni cepheden İsrail’in duyduğu endişeyi izale etme amacına yönelik olduğu akla gelmektedir.

Ankara Forumu’nun amacı, ileri sürüldüğü gibi, TOBB’un “barış için sanayi projesi” olduğunu düşünmek, saflık olur diye değerlendirilmektedir. 1991’de başlayan “barış için toprak” süreci bir işe yaramamış iken, şimdi “barış için sanayi” sürecinin işleyebileceği düşünülemez. Diğer taraftan Ankara Forumu, gerçekten barışı sağlama amacına yönelik olsaydı, Hamas’ın da, “Kudüs Buluşması” adı altında değil, doğrudan Ankara Forumu kapsamında Ankara’da olması gerekirdi.

ABD seçimle iş başına gelmiş Hamas’ı dışlamışken, Hamas karşısında ABD’nin ve İsrail’in Abbas’a çok açık destek verdiği ortada iken ve Türkiye’deki iktidar Hamas’ı daha önce Ankara’da ağırlamış iken, Ankara Forumu’nun amacının İsrail-Filistin anlaşmazlığına son vermek olduğunu düşünmek gerçekçi gelmemektedir. Aralarında bölgeden Hamas’ın da yer aldığı İslami rejim taraftarlarının 15-17 Kasım 2007 tarihlerinde “Kudüs Buluşması” adı altında İstanbul’da bir araya gelecek olmalarının, Sünni Hamas’ın ve diğerlerinin, Sünni cepheye katılımları ile ilgili olduğu değerlendirilmektedir. Rice’ın “Filistin Devletinin kurulmasının zamanı gelmiştir” açıklaması, zaten kontrol edilen Abbas dışında kalan, başta Hamas olmak üzere diğer Filistinli grupları Sünni cepheye çekme amacına yönelik bir açıklamadır. Ay sonunda ABD’de yapılacak Annapolis Konferansından da, muhtemelen, aynı amaçla, aynı yönde bir açıklama gelecektir. Amaç, hem Sünni cepheyi, hem de cephe gerisini sağlama almak; bu suretle, İran’a karşı daha güçlü ve güvenilir olarak eyleme geçmektir.

V. İran’ın etrafına bakıldığında, doğuda Afganistan’da Taliban’ın kuvvetlendiği görülmektedir. İran ile Pakistan arasında kalan Afganistan’da Taliban’ın kuvvetlenmesi, Pervez Müşerref’in Pakistan’daki askeri yönetiminin anlayışla karşılanmasına ve kabul görmesine hizmet edecektir. Pervez Müşerref’in de, bu “hoşgörü”ye karşılık olarak, Sünni Pakistan’ı radikal İslam Taliban ile mücadele adı altında Afganistan’a sokup gerçekte Şii İran’ı doğudan angaje etmesini beklemek, kimse için sürpriz olmamalıdır.

Kafkasya’da, “Hazar Beşlisi”nin yaptığı son zirve sonrasında, İran karşısında Azerbaycan’dan umudunu kesen ABD, Ermeni soykırım iddialarına verdiği son ciddi destek üzerinden İran’a karşı Ermenistan’ı kullanma imkanını elinde tutmuş gözükmektedir. Gürcistan’da Mihail Şaakaşvili’nin muhalefet karşısında içine düştüğü durum, bir taraftan Şaakaşvili’yi, diğer taraftan da iktidar olmak için muhalefeti, ABD’nin daha çok etkisine açmış gözükmektedir ve ABD, İran karşısında bu durumdan da istifade etme yoluna gidebilecektir.

VI. Türkiye, daha önce diğer yazılarda da ifade edildiği üzere, Orta Doğu’daki sıcak gelişmelere taraf olmaktan kaçınmak zorundadır. Türkiye’nin içinde bulunduğu iç ve dış koşullar, bunu öngörmektedir. Laik ve temeli milli kültür olan Türkiye Cumhuriyeti’nin bugüne kadar, Orta Doğu’daki Türk varlığını ve Irak’taki Türkleri görmezden gelmiş iken, şimdi dinsel kimliği ile Orta Doğu’ya ve Irak’a angaje olması kabul edilemez.

Irak’taki Türk varlığının malı, canı, namusu, tarihi hedef alınıp bu ülkedeki Türk izleri silinirken buna seyirci kalınıp, şimdi Şii yayılmacılığını durdurmak adına Türkiye’nin Sünni kimliği ile bölgede ortaya çıkması ve bu kimliği ile olaylara angaje olması, içte rejimi değiştirme ile sonlanabilecek bir süreci tetikleyebileceği asla göz ardı edilmemesi gereken bir ihtimaldir. Türkiye’nin Sünni cepheye dahil olması demek, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinin milli kültür olduğu gerçeğinin görmezden gelinmesi demektir.

Türkiye’nin Sünni İslam kimliği ile olaylara angaje olmasının, doğal olarak Türkiye’de siyasal İslamın güç kazanmasına neden olacağı açıktır. İlave olarak, sıcak gelişmelere angaje olmuş ve dolayısıyla gücünü buralara aktırmış ve dağıtmış bir Silahlı Kuvvetlerin, içeride rejimin değişmesini önlemedeki rolünün de ciddi şekilde gerileyeceği şüphesizdir. O itibarla Türkiye’nin Sünni cephe oluşturma çabalarının dışında kalması gerekmektedir.

Diğer taraftan, bir an için yaşananların gerçekten Orta Doğu’ya barış getirme amacına yönelik olduğu düşünülürse, Türkiye’nin çıkarı, İsrail-Filistin anlaşmazlığının sona ermesinde değil, devam etmesindedir. Çünkü, İsrail-Filistin anlaşmazlığının sona ermesi demek, bölgede dikkatlerin buradan Türkiye’nin güneyine çevrilmesi ve Türkiye’yi kendisini sıkıntıya sokacak daha ciddi ve büyük sorunlarla karşı karşıya kalması demektir.

Bunlara ilave olarak Türkiye, Suudi yönetiminin, bu ülkedeki Türk varlığını sistemli ve bilinçli bir şekilde yok ettiğini ve Birinci Körfez Savaşı sırasında, Türkiye’nin uğradığı kayıpları karşılama söz vermiş olmasına rağmen bu sözünün arkasında durmamış olduğunu da hatırlamak durumundadır.

Elbette ki, uluslar arası ilişkilerde çıkar esastır. Ancak Türkiye’nin Orta Doğu’da Sünni bir cephe oluşturulmasından ve kendisinin de bu cephede yer almasından elde edeceği ciddi bir çıkarı yoktur. Kazanılacağı/geleceği düşünülenler, kaybedileceklerin yanında çok değersiz kalacaktır.


Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK

GiresUniADT

Mesaj Sayısı : 5
Kayıt tarihi : 04/02/08

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK  -Rektörümüzden- Empty Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, Ermeni terörü

Mesaj  Erdinç YAKASIZ C.tesi Şub. 09 2008, 23:49

Giresun Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, Ermeni terörü tarafından katledilen ilk Türk diplomatın anısına, bir mesaj yayınlamıştır.



Prof. Dr. Öztürk’ün mesajı şöyle:



“Bundan tam 35 yıl önce, masum Türk halkına yönelik olarak devam ede gelen kanlı terör saldırıları, Ermeniler eliyle yeni hedefler edinerek yurt dışında Türk Milleti’ne hizmet eden, Türk Devleti’ni bulundukları ülkelerde temsil eden Türk diplomatlarına yönelmiştir. 27 Ocak 1973’te, Santa Barbara’da Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve yardımcısı Bahadır Demir, Kurtuluş Savaşı öncesi Adana’da işlediği bir cinayetten dolayı yurtdışına kaçan Gourgen (Karakin) Yanikyan tarafından şehit edilmiştir. Gerçekleştirdiği katliamları övünç kaynağı haline getiren eli kanlı bu katil, yazdığı mektupla, Ermeni gençlerini “Türk temsilcilerinin öldürülmesi ve sözde ‘Ermeni Sorunu’nun gündemde tutulması” yolunda kışkırtmıştır. Kanlı kışkırtmalar kısa süre sonra meyvesini vermiş ve 1975 yılında Hınçaklar Terör Örgütünden beslenen Ermeni terör örgütü ASALA kurulmuştur. ASALA’nın kuruluşu ile birlikte dünyanın dört bir yanındaki Türk diplomatlarına yönelik katliamlar artarak devam ede gelmiştir. 1983’te Paris Orly Havalimanı’nda gerçekleştirdiği kanlı saldırıda, 2’si Türk, biri Fransız, biri Amerikalı ve biri de İsveçli olmak üzere toplam beş masum insan öldürülmüştür.



Bugün, yaşamakta olduğumuz bu hassas dönemde, bu toprakları kendisine vatan yapmış yüce Türk Milleti’ne yönelik kanlı terör saldırıları, içerdeki ve dışarıdaki şer odaklarınca halen beslenmektedir. Bu süreçte Türk aydınına ve Türk üniversitelerine düşen görev, milletin üzerine çöreklenen karanlık bulutları dağıtarak, millete yeniden hayat verecek kaynağı, arındırarak sunmak olacaktır. Yönetim kademesinde bulunduğumuz Giresun Üniversitesi, topluma bu gerçekleri anlatmakta ve bu yolla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bekası yolunda azim ve kararlılıkla çalışmaktadır.



Türk diplomatlarına yönelik kanlı Ermeni terör saldırılarının başladığı ve ilk Türk diplomatlarının şehit edildiği günün 35. yılında, Türk Milleti’nin ve Devleti’nin varlığı yolunda canlarını feda eden tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, onların aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum”



Prof. Dr. Osman Metin ÖZTÜRK

Erdinç YAKASIZ
Erdinç YAKASIZ
ADT Yönetim Kurulu
ADT Yönetim Kurulu

Mesaj Sayısı : 77
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 17/10/07

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK  -Rektörümüzden- Empty Geri: Prof.Dr.Osman Metin ÖZTÜRK -Rektörümüzden-

Mesaj  Erdinç YAKASIZ C.tesi Şub. 16 2008, 10:24

BATI ÇATIRDIYOR

Prof. Dr. Osman Metin ÖZTÜRK



I. Batı, bir yol ayrımına doğru gidiyor. Bu gidişte, en büyük etken ABD’nin iniş (çöküş) sürecini yaşamasıdır. ABD’nin, Osmanlı Devletinin çöküşünü çağrıştıran bir mecrada işleyen bir iniş (çöküş) süreci içinde ilerlediğini artık Batılı uzmanlar da yazıp söylemeye başladı. Bu değerlendirmenin giderek taraftar bulması, bugüne kadar ABD ile birlikte hareket etmiş ülkelerin, önce örtülü, sonra da açıkça ABD’den uzaklaşmaya başlamalarına yol açmıştır.

Batan gemiyi terk edenler veya düşen bir asansörden atlamak isteyenler, her gün biraz daha belirgin hale gelmektedir.

İngiltere’ye karşı IRA’yı ve Kara Avrupası ülkelerine karşı Kuzey Afrika’yı kullanarak, Avrupa ülkelerini yanında tutmaya çalışan ABD’nin, bunda artık fazla başarılı olmadığı anlaşılmaktadır. İngiltere, Irak’taki varlığını azalttı. ABD ile İngiltere arasındaki soğukluk giderek daha çok dikkat çekiyor. Fransa’nın açıkça ABD ile karşı karşıya gelmekten kaçınmadığı ve Çin ile işbirliğini geliştirdiği bilinmektedir.

II. Bu değerlendirmeyi, özellikle İngiltere açısından besleyen en son veriler, Butto Suikastı ve İngiltere’nin Türk Boğazlarındaki tanker trafiğine dikkat çekmesidir.

Daha önce yapılan değerlendirmede ifade edildiği üzere, Butto Suikastının bir sonucu da, ABD’nin İngiltere’yi bu bölgeye çekmesi ve bölgede etkisine açmasıdır.

Avrupa, ABD’nin izlediği politikadan rahatsızdır ve artık bu ülkenin peşinden sürüklenmek istememektedir. İngiltere’nin ve Fransa’nın ABD’ye karşı yeni denge arayışı içine girdikleri söylenebilir.

İngiltere’nin Türk Boğazlarındaki tanker trafiğine dikkat çekmesi, gerçekten çok önemlidir. Bundan 8-10 ay önce Fransa’nın Irak’ta Türkmenlerin durumuna dikkat çekmesi ve Karabağ konusundaki rahatsızlığını dile getirmesi de, yine bu bağlamda görülmesi gereken gelişmelerdir. Ve bu gelişmeler, Batının iki kanadının bir yol ayrımına doğru ilerlediklerine işaret etmektedir.

III. İngiltere’nin Türk Boğazlarındaki tanker trafiğine dikkat çekmesi, Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile sağlanmış olan ve bugüne kadar gelen statükonun korunması açısından görülebilecek bir husustur. Eğer İngiltere’nin söz konusu açıklaması bu bağlamda ele alınırsa, bu, Karadeniz’deki dengelerin geleceği açısından çok anlamlıdır. İngiltere’nin açıklaması, Rusya’nın ve Türkiye’nin Karadeniz’e ilişkin politikasına destek anlamına gelir. Bu desteğin, Rusya için, Gürcistan ve Ukrayna açısından da anlamlı olacağı şüphesizdir.

Rusya’nın son dönemde enerji konusunda Avrupa’ya yaptığı açılımlar da dikkate alındığında, bölgede Rusya, Türkiye ve Avrupa arasında (AB’den bağımsız) yeni bir yakınlaşmanın yaşanabileceği ve ABD’nin bu yakınlaşmadan olumsuz olarak etkileneceği söylenebilir.
IV. Bu konuda son olarak iki konuya daha değinmekte yarar vardır. Bunlardan birincisi, Batının iki kanadı arasında ortaya çıkacak ayrışmanın en çok ABD’ye zarar vereceği ve ABD’nin iniş(çöküş) sürecini hızlandıracağıdır. ABD, bu ayrışma ile, sadece Avrupa’nın gücünden değil, birlikteliğin neden olduğu sinerjiden de yoksun kalacak, ciddi güç kaybına uğrayacaktır. ABD’nin deniz aşırı varlığı ve bu varlığın idamesi için katlandığı maliyet nedeniyle, inişinin (çöküşünün) çok hızlı ve çok dramatik olması kaçınılmaz gözükmektedir. Osmanlı Devletinin çöküşünün 200 yılı aşkın bir süreyi kapsaması nedeniyle, ABD’nin çöküşü Osmanlı Devletinin çöküşünden oldukça farklı olacaktır. Herhalde aradaki benzerlik, çökme ile sınırlı olacaktır.

İkinci husus ise, ABD ile İngiltere arasındaki soğukluğun, gerçekten ABD’nin çöküşünü hızlandıracağıdır. ABD’nin çok eski olmayan tarihinde İngiltere’nin çok özel bir yeri vardır ve Amerikalı yöneticiler bunu ihmal etmiş (görmezden gelmiş) gözükmektedirler. Amerikan Tarihinin İngiltere’den bağımsız olarak anlatılmasının faturasını Amerikan Halkı ödeyecek gibidir.

Türk Tarihi öğretilmediği için gücünün ve büyüklüğünün farkında olmayan, özgüvenden yoksun Türkiye, bu gün nasıl sıkıntılar yaşıyorsa, aynı sıkıntıyı giderek ABD de yaşayacaktır. Keza Orta Doğu’daki Kürtlere de, bugüne kadar bölgede nasıl istismar edildikleri anlatılmadığı için, onlar da şimdi istismar edilmeye devam edilmektedirler. Kürtlerin bölgede yeni bir sıkıntıyı yaşamaları ve yeniden ortada bırakılacakları, kuvvetle muhtemel görülmektedir. Bölgedeki Kürtler, ABD’nin iniş (çöküş) sürecinde olması nedeniyle, bundan en çok zarar görecek unsurlar arasında yer alacaklardır.

Türkiye’nin batan gemide kalmaya ve düşen asansöre atlamaya istekli olmasını herkesin iyi sorgulaması gerekir. Bu noktada, Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşına katılışı ile ilgili gelişmelere ve o dönemin koşullarına bakılmasında yarar vardır.



06 Ocak 2008



(www.giresun.edu.tr, www.habusulu.com)
Erdinç YAKASIZ
Erdinç YAKASIZ
ADT Yönetim Kurulu
ADT Yönetim Kurulu

Mesaj Sayısı : 77
Yaş : 35
Kayıt tarihi : 17/10/07

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz